Vakanüvis yazdı: Tasarruf için topluca yemin bile etmiştik
Vakanüvis, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tasarruf çağrısını kaleme alarak, “tasarruf için topluca yemin bile etmiştik” vurgusunu yaptı.
Tasarruf için topluca yemin bile etmiştik
Vakanüvis
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu haftaki Kabine Toplantısı’nın ardından tasarruf çağrısını dile getirdi. Erdoğan, israfın yerine verim ve tasarruf ekonomisine geçilmesinin gerekliliğini vurguladı. Devlet yetkililerinin vatandaşı tasarrufa davet ettiği başka dönemler de olmuştu. Hatta ilan edilmiş Tasarruf Haftalarında topluca “tasarruf yeminleri” bile edilmişti.
İlk adım yerli kumaştan elbise kanunuyla atılmıştı
Cumhuriyet’in kuruluşunun üzerinden henüz altı yıl geçmişti ki 1929 yılında Büyük Buhran patlak vermişti. ABD merkezli bir ekonomik kriz olan ancak etkileri bütün dünyada hissedilen bu buhran ortamında Türkiye de bazı tedbirler almak zorunda kalmıştı. İdare; Türk parasının değer kaybetmesini önlemek için ithalatı kısmayı, yerli üretimi teşvik etmeyi ve halka yerli malı kullanma alışkanlığı kazandırmayı hedefliyordu.
Aslında bu amaçla bir cemiyetin kuruluşundan çok daha önce yerli malı için bir kanun çıkmıştı. 9 Aralık 1925’te “Yerli Kumaştan Elbise Giyilmesine Dair 688 Sayılı Kanun” yürürlüğe girmişti. Ancak bu kanuna rağmen ithal kumaş kullanımı istenilen ölçüde kısıtlanamamıştı.
İlerleyen süreçte, 14 Aralık 1929’da Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kurulmuştu. Cemiyet, halkı tutumlu yaşamaya alıştıracak, yerli malları tanıtacak, ülkede sanayinin gelişmesini, yerli malların miktarının artırılmasını, fiyatının azaltılmasını sağlayacak tedbirler alacak, yayınlarla, konferanslarla halkı bilinçlendirecek, sergi ve büyük satış mağazaları açacaktı. Cemiyete yerli malı kullanmayı ve kullandırmayı imzası ile thhüt eden her kadın ve erkek dışında, ticarethane ve müesseseler de üye olabilecek, kuruluş gayesine aykırı hareket ettiği tespit edilen üyeler, genel merkez kararıyla cemiyetten çıkarılarak, isimleri deşifre edilecekti. Her üye senede bir defa 1 lira aidat verecek, toptan 25 lira ödeyenler daimi üye kabul edilecek, yıllık aidat yükümlülüğünden muaf tutulacaktı.
Kahve içmeyelim, 8 milyon lira cebimizde kalsın
Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nin açılmasının ardından basın da tasarrufun önemine dair yayınlara başlamıştı. Bu konuda Anadolu basını da yayınlar yapıyordu. Malatya Gazetesi’nde bir yazı kaleme alan Dr. Osman Şerafettin Bey, kafeinin zararlı etkisinden söz ederek, halkı sabahları çay-kahve yerine çorba ya da ıhlamur içmeleri konusunda bilinçlendirmeye çalışmış, “Böylece her yıl dışarıya giden 8 milyon lira ülkede kalacaktır.” ifadelerini kullanmıştı.
Gerçekten de veriler çarpıcıydı: Üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye, 1928 yılında dışarıya balık konservesi için 410.500 lira, kahve için 4.537.000 lira, çay için 1.826.000 lira, çikolata için 506.847 lira, eldiven, kravat, ipekli ve yünlü kumaş için 7.268.000 lira ödemiş, 1923-1929 arasında 80 milyon liralık pamuklu eşya satın almış, bir yılda 79 milyon liralık da hububat ithal etmişti. Dönemin uzmanlarına göre gıda ihtiyaçlarının yerli üretimle karşılanması halinde en az 30 milyon lira civarında tasarruf yapılabilecekti.
Malatya Gazetesi’nde yer alan bir yazıda, “Bağımsızlık savaşından zaferle çıkan Türk Milleti; ecnebi malı olarak isimlendirilen, elle tutulmayan, kovmakla gitmeyen, devamlı ve inatçı takip gerektiren yeni bir düşmanla karşı karşıya” denilmişti.
Ecnebinin oyunları
Devrin basınında yer alan tasarruf konulu pek çok yazıda, yerli malı üretimi ve tercihi baltalayan yabancı menşeli girişimlerden söz edilmekteydi. Bu yazıların birinde şöyle denilmekteydi:
Atadan kalma birçok millî sanat tarihe karıştı. Bunu fırsata dönüştüren ecnebiler görünüşte süslü, gerçekte ise çürük mallarını hayret uyandıracak bir ucuzlukla Türk piyasalarına sunmaktalar. Bir arşın bez dokumak için tezgâh başında ömür çürütmeyi göze alamayan halk da daha gösterişli ve ucuz yabancı mala yöneldi. Kırk yıl önce Türk donanmasının gönderine Kasımpaşa ve Üsküdar tezgâhlarında dokunan, 180 kuruşa mâl edilen bayraklar çekilmişti. Bu tezgâhların kapanmaya başlamasından sonra İngiliz kumaş fabrikalarından 132 kuruşa satın alınan bayraklar tercih edilmeye başlandı. İdare, eski tezgâhların ihyası ve bu işten geçimini sağlayan ailelerin mağduriyetini aklına getirmedi. Otuz sene önce İstanbullu bir girişimci Avrupa’dan getirdiği makine ile çorap imaline başlamıştı. Bunu gören Avrupalı üreticiler ipliği ucuzlatarak ve Türklerin arzu ettiği renklerde dokuyarak, süslü fakat dayanıksız mallarını piyasaya sürüp, bu girişimcinin önünü kestiler.
İstanbul sermayesinin yerli üretim karşıtlığı
Yerli üretime karşı hasmane tutumlar yabancı ülkelerle de sınırlı değildi. İstanbul sermayesinin önemli bir bölümümün, yabancı şirketlerin temsilciliklerini alıp yerli üretime sırtını dönmesi ya da özensiz yerli üretim yapması eleştiri konusu oluyordu.
Üretici kesimin bir bölümü üretimde lakayt davranmaktaydı. Bu neviden çalışma yöntemleri Avrupalı şirketlerin eline koz veriyordu. O günlerde Marsilya’ya gönderilen bir vapur dolusu yumurtanın numune ve siparişe uygun olmadığı, ipek kozalarının diğer ülkelerden alınanlara oranla kalitesiz bulunduğu, afyonun hile karıştırıldığı gerekçesiyle iade edildiği haberleri basında yer almaktaydı.
Amasya Gazetesi’ndeki yazıda, kimi üreticilerin hükümete yardımcı olmadığı, aksine lakayt davranışlarıyla dışa bağımlılığın devam ettirilmesine hizmet ettikleri dile getirilmişti. “Piyasada yerli mal bulma sıkıntısı yaşanmaktadır. Bu sıkıntı yerli mal üreticilerinin tavrından kaynaklanmaktadır. Amasya’nın tanınmış tüccarlarından biri, büyük çaplı bir alış-veriş için İstanbul’a gitmiş, yerli kumaş üreten ve satan müesseselerin peşin para dışında mal satmaya yanaşmadığını görmüştü. Üstelik tüccara istediği malı değil, ellerinde bulunanı satabileceği şartını ileri sürmüşlerdi. Bunun üzerine de tüccar çaresizlik içinde kredi kolaylığı sağlayan yabancı kumaş satıcılarına yönelmişti.
Milletin iktisat ve tasarrufa yönlendirilmeye çalışıldığı, cemiyetlerin yerli malı kullanalım diye feryad ettiği bir ortamda yerli mal üreten ve satan tüccarın malını bin bir naz ile satmasını kabullenemiyoruz. Hükümet, mal yapıp satmasını bilmeyen üreticiye karşı da tedbir almalı. Amasya ve kazalarında bir top yerli kumaş bulmak mümkün değil. Yerli malını yalnız İstanbullu mu kullanacak? Vilayetler halkı malî ve iktisadî krizden etkilenmiyor mu sanılıyor? Biz yerli malı kullanmak, paramızın içerde kalmasını sağlamak düşüncesiyle yanıp tutuşurken, Anadolu tüccarına yapılan muameleyi kabul edemeyiz. İstanbul Ticaret Odası harekete geçmelidir.”
Bayram gibi kutlandı ama…
Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nin kurulmasının ardından her yıl 12-19 Aralık’ta Yerli Malı ve Tasarruf Haftası’nın ülke genelinde kutlanmasına da başlamıştı. Ne var ki; ülke genelinde ekonomik durumu çok kötü olan halk, zorunlu ihtiyaçlarını ucuz ama kalitesiz yabancı mal tüketmek suretiyle karşılamış, ekonomik gücü olan azınlığı oluşturan kesim ise eskiden olduğu gibi kaliteli olduğunu düşündüğü yabancı mal kullanma alışkanlığını sürdürmüştü.
Ülke genelinde olduğu gibi Amasya ve Malatya’da da Tasarruf Haftası bayram gibi kutlanmış, hâttâ kutlama törenlerinde toplanan vatandaşlar yöneticilerle birlikte hep bir ağızdan “tasarrruf ve yerli malı kullanma yemini” de etmişlerdi. Ancak genelde teatral törenlere konu olan tasarruf etkinlikleri nedeniyle bu yeminler bir türlü istenen etkiyi yapamamıştı. Sonuçta bütün çabalara rağmen tasarruf konusu bir millî seferberlik haline getirilememişti.
Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti ise ilerleyen yıllarda 273 şubeli geniş bir organizasyon ağına dönüşmüştü. Zaman içinde bazı değişikliklere uğrayan Cemiyetin ismi, 1935 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün talebi üzerine “Ulusal Ekonomi ve Arttırma Kurumu” olarak değiştirilmişti. 1955 yılına gelindiğinde ise Cemiyet, 1939 yılında kurulmuş olan “Türk İktisat Cemiyeti” ile birleşerek “Türkiye Ekonomi Kurumu” olmuştu. TEK, bir araştırma kuruluşu olarak halen çalışmalarını sürdürmekte.